
45+ üstü olan herkes bunu hatırlayacaktır. Hafızaları tazeleyelim ve gençlere aktaralım. 1992-1994 yılları arasında İstanbul’da bakkalda çırak olarak çalıştım. İstanbul’da ve Anadolu’da içme suyu olarak musluk suyunu kullanırdık. Okula içme suyu getirmek zorunda kalmazdık.
Biz bakkalda asla su satmadık, böyle su toptancısı diye bir toptancıda yoktu. Lokantalarda bugün olduğu gibi pet şişeler olmazdı; masalarda cam sürahilerde su olurdu, istediğimiz kadar doldurup içerdik. Bu 1998-99’a kadar sürdü diye hatırlıyorum çünkü o yıllarda şirketin verdiği sodexo ile istanbulda farklı semtlerdeki lokantalarda yemek yerdim.
Bu düzen bir süre sonra bozulmaya başladı. Musluktan akan su içilemez hale geldi. Millet homurdanmaya başladı. Melih Gökçek’in canlı yayında musluktan su içip bu su çok güvenilir dediğini hatırlıyorum.
Belediyeler, asli görevlerini unuttular; içme suyunu depolamak ve güvenli bir şekilde hanelere ulaştırmak yerine, bunu emperyalist, kapitalist düzene pazarlamayı tercih ettiler.
O yılların sonlarına doğru içme suyunu sadece turistik bölgelerde (Sultanahmet vb.) gördüğümü hatırlıyorum. İsmi (şaşal su) hatta eskiler halen paketli sulara şaşal diye o markanın ismi ile söyler. Cam küçük bir şişede satılırdı. Hatta garipserdim, “Neden su satılıyor?” diye. Ama aslında bu ürün sadece turist kitlesine hitap ediyordu.
Aradan 5-6 yıl geçtikten sonra suyun ticarileşmeye başladığını fark etmeye başladım.
Su ticarileşmeye başladıktan sonra inanılmaz bir hızla kirlenmeye başladı. Sanki bu kirlenme bilerek ve isteyerek yapılıyordu. Musluk suyunu içmek isteyen bile içemez hale geldi.
Biz de esnaftık hatırlıyorum, bu olaylardan sonra lokantalar önce tankerlerle kaynak sularından su taşımaya başladı. İnsanlar hafta sonları kovalarla Sarıyer, Beykoz, Eyüp gibi yerlere gidip oradan su getirmeye başladılar.
Sonra kaynak sularının etrafı çevrildi ve satılmaya başlandı.
Mantar gibi su markaları ortaya çıktı.
Önce cam şişelerde, sonra kanserojen mikro plastik içeren pet şişelerde su satılmaya başlandı.
Damacana diye bir tabir çıktı.
İnsanlar isyan edince bu sefer, “Musluk suyunu kullanabilirsiniz ama şu arıtma cihazıyla,” diyerek mantar gibi arıtma cihazları satılmaya başlandı. Filtre değişimi ile düzenli yolma ile devam etti.
Şu anda su arıtma cihazlarından da, plastik pet şişelerden de su içmenin sağlıksız olduğu konusunda sayısız makale var.
Fakat yerel yönetimler ve merkezi yönetimler, insanları buna mecbur kıldılar. Şu anda cebinizde kredi kartınız olmazsa (çoğu kişide artık para yok. Bankaya veresiye yazdırıyorlar bu ayrı bir yazı konusu) yaşam için ihtiyacınız olan suyu içemez hale geldiniz.
İstanbul gibi kendi bütçesi olan bir megakentte bile belediye, içme suyunu güvenilir hale getiremedi. Sorsanız, 30 senedir herkes “mükemmel belediyecilik” yapmıştır.
Anadolu’da durum farklı mı? Hayır. Her yerinden kaynak suyu fışkıran Kastamonu’da bile musluk suyu 50 yıllık asbestli borulardan geliyor. 300.000 nüfusa bile sağlıklı musluk suyu getirmekten aciz bir yerel ve merkezi yönetim var. Bunu ben söylemiyorum, eski belediye başkanı söylüyor. (https://www.kastamonugundemgazetesi.com/kastamonu-ya-25-milyon-avroluk-kredi/43165/)
Türkiye’de organize bir azınlık.
Organize olamayan Türk halkının en temel haklarını bile elinden aldı.
Ve bunu dile getiren birine verdiğiniz tepkiyi anlamakta zorlanıyorum.
Biraz da güçlünün değil, haklının yanında olun. Bu kadar korkak ve bencil olmayın.